1 Ocak 2015 Perşembe

Mezun olma psikoloji

Malum son sınıf öğrencisiyiz son yazımda bu berbat ruh halinden bahsetmek istedim. 4. Sınıf öğrencisi olarak en büyük stresim diplomayı alabilmek tabi, ama sürekli aynı soru aklımda: Peki mezun olunca ne yapacağım ben?
Sonuçta 5, 6 yaşından beri okuyoruz ve 24 yaşımda mezun olacağım düşünülürse 19 yıllık okul hayatımın sonu. Hayatı boyunca tek bildiği şey öğrencilik olan bizler buna son vereceğiz ve vedalar sancılı olur. Tabiri caizse sudan çıkmış balık gibi ortada kalacağız. Herkesin hayalinde vardır yapmak istediği iş ama artık az çok farkındayız ki hayallerimizle gerçekler arasında uçurumlar var. Hayat acımasız maalesef... Belki sınavlardan, ödev, proje, vize ve finallerden kurtulmak başlarda mutluluk ve rahatlık verir ama artık okulda boş boş oturup arkadaşlarla keyifli sohbetler ve dostlarla  gezip tozmaların da sonu gelmiş olacak. Her sınav sonrası elimde çay ve sigara sınavdan çıkan arkadaşların yanıma gelip sınav nasıldı diye sormaları, sınavı iyi geçenlerin moral bozmaları ya da sınavı kötü geçenleri teselli çabalarımı bile özlemle anacağım.
Herkes bir yerlere dağılır, dönersin memleketine belki de nefret ettiğin o şehre ailen için geri dönmek zorunda kalırsın. Sizlerin planı nedir bilmem ama ben KPSS denen o lanet sınavdan yüksek alabilme adına 1 yılımı daha yakıp sınava çalışacağım. Memur olmak için yanıp tutuştuğumdan değil ama benim için en mantıklı seçim bu olduğu için yapacağım bunu. Vesselam bana göre mezun olmak gerçekten pembe dünyalarımızın sonu. O yüzdendir belki de bu sene deli gibi İstanbul’u gezme çabalarım ya da bir günümü boş ve dostlarımdan ayrı geçirmeme çabam. Ayrılıklar zaten acı ve hüzün doludur ve hem öğrenciliğime hem dostlarıma hem bir nevi özgürlüğüme hem de aşığı olduğum bu güzel şehre elveda demek ağır geliyor. Final haftası olması sadece geçecek miyim kalacak mıyım olmaktan çıkıp sona daha da yaklaştım fikrine dönüşmüş durumda.
Zaten mezuniyetten sonrası ayrı travma aileyle kalmaya, başka bir şehre gitmeye, iş bulma çabasına girmeye kendini hazır hissetmeye vs.. Yavaş yavaş bu fikirlere alışmak lazım gençler tabi bunları düşünüp kalan günlerden geri kalmayasınız sakın. Demem o ki 2.dönem(yani son dönemimiz de) her an her dakika vedalaşmak zorunda kalacağınız insanlarla ve semtlerle çok daha fazla vakit geçirmeye özen gösterin.
(Tabi her bitiş yeni bir başlangıçtır. Herkes için güzel başlangıçlar olması dileğiyle)

Sağlıcakla kalın..

24 Aralık 2014 Çarşamba

İnsan ilişkilerinin direği Saygıdır



Her insan saygı duyulan birisi olmak ister. Peki bunun için ne yapar? Saygı görmek adına kimisi sevgi verir insanlara kimisi korku, kimisi başka bir duygu aşılamaya çabalar. Ama saygı bir hasattır önce sen insanlara saygılı olup güzellikler sunarsın karşılığında da gönülden saygı duyulan biri olursun, yahut paranla ya da gücünle saygı almaya kalkışırsın evet belki karşında düğme iliklerler ya da sen odaya girdiğinde herkes zoraki olarak ayağa kalkar bunlar saygı değildir işte. Çünkü saygı talep edilemez kazanılır, isteyene değil hak edene gösterilir. Lakin insanlar birbirlerine saygı duymasalar dahi, saygı göstermek mecburiyetindedir. Bu, insan olmanın,yaşamın, şefkatin, merhametin, vicdanlı olmanın, öz saygının bir gereği ve sonucudur.Saygı bir tutumdur, ölçülü davranmaktır. Sevgi, inanma, güvenme gibi çok sayıda duyumun bir tek sözcükle ifade edilmesidir.



“Saygı konuşma adabını, sosyal ve dini ritüelleri, sofra adabını, çalışma ve iş dünyasının kuralların, giyim ve moda tarzlarını, cinsel yaşam ritüellerini, kaybettiklerimizle olan ilişkilerimizi ve vecibelerimizi, vermiş olduğumuz ve bize verilmiş olan sözlerin bütününü düzenleyen çok anlamlı ve çok güçlü bir anahtar kelimedir. “

Saygının sözlük anlamı ise;
 1.Değeri, üstünlüğü, yaşlılığı, yararlılığı, kutsallığı dolayısıyla bir kimseye, bir şeye karşı dikkatli, özenli, ölçülü davranmaya sebep olan sevgi duygusu, hürmet, ihtiram.
2. Başkalarını rahatsız etmekten çekinme duygusu.


Saygı sen'e siz demekle olmuyor, büyüklerinin yanında sigara içmemek, bacak bacak üstüne atmamak, biriyle konuşurken argo kelimeler kullanmamak değildir. Çoğu insan özellikle de yakınların ve büyüklerin, hayat tarzına, ilişkilerine, neye mutlu olup neden mutlu olmayacağına, nasıl hayaller kuracağına bile müdahil olmakta..Tüm doğaya, evrene, insanlığa, düşüncelere saygılı olabilmedir işin özü..

Mesela kadın ve erkekten oluşan bir çifti düşünelim. İlişki başında bir kibarlıklar, farklı özellikleri kabullenmeler, düşüncelere önem vermeler vs vardır. İlişki süresince durum tam tersine döner. Önce birbirinin kişisel alanını engelleme oluşur ve kişisel özellikler eleştirilmeye başlanır. "sen zaten şöylesin", "sen böylesin" denilerek suçlanır ve kişinin var olan karakteri kabullenilemez, olduğu gibi kabullenmek yerine karşıdaki değiştirilmeye çalışılır. Sonra düşünceler beğenilmez ve karşıdakinin düşünceleri devamlı eleştirilir, duyguları küçümsenir. İşte bunlar hep saygı kavramının gösterilmemesidir. İlişkilerde saygı kişiyi olduğu gibi kabul etmektir ve duyguları anlamaktır.  Çok büyük aşklarla evlenen insanların evliliklerinin bitmesinin en önemli nedeni birbirlerine olan saygı eksikliğidir.


Saygının eksik olduğu hiç bir ilişki türü mutlu sonla bitemez!
x

18 Kasım 2014 Salı

Herkesin sorguladığı olgu..


"Seni seviyorum"dan daha özel bir cümle de var,Sana güveniyorum. Çünkü herkes herkesi sevebiliyor; Ama herkese güvenmiyor ./Cemal Süreya/

Bu hafta ne yazsam diye çok düşündüm tam umudumu kaybediyordum ki iki  gece önce bir arkadaş grubumda konusu açılan ‘GÜVEN’  olgusu ile ilgili yazmaya karar verdim çünkü iki gündür çok düşündüğüm ve tarifte gerçekten zorlandığım;  konuşması, yazması ve kazanılması çok zor bir kavram..
Yüzyılın sorunudur güvenmek..
Kime nasıl, niye ,ne kadar güvenmeliyim?
Güvenmenin temelinde aslında karşına güvenmek değil, kişinin kendini güvende hissetmesi, kaygı ve korkularından arınması vardır.
Matematiksel bir işlem gibidir güvenmek, deneme sınama yolu ile çeşitli önermeler ve sonuçlar ile elde ettiğiniz çıkarımlardır. Şöyle ki bazı veriler ki bu kişinin geçmiş hayatı. Onun bugün yaptıkları yarın yapacaklarının birer sembolize edilmiş halidir. Bunu YAŞA GÖR felsefesi ile de çok rahat tahlil edebilirsiniz, yani istisnai durumlar söz konusu olsa dahi unutmamak gerekir ki o istisnalar kaideyi asla bozmaz! 
Bir kez aldatan bir daha aldatır/ en azından meyleder.. (ki bu genellikle hayatında ki olumsuz/olumlu tecrübelerden ders çıkarmadığının da göstergesidir) 
Bir kez yalan söyleyen binlerce kez bunu tekrar edebilir.
Velhasıl,  güven vermek ve güven almak zaman işidir ve zaman her şey de olduğu gibi en iyi ilaçtır bir insanın maskelenmiş yüzü ancak zaman içersinde size yaşattıkları ile düşer ve gün gelir o güven/sizlik tahammülü bir yer de ipin ucunun kaçmasına ve ister iş ister aşk ister arkadaşlık gibi ilişkiler de kaçınılmaz sonu getirir.

Çocukken her hayvana onu tanımak için hemen atlarsın.Sonra içlerinden biri seni ısırır,tırmalar ve buna bir anlam veremezsin.Ama bir kere anlamışsındır. Hayvanlar yeri gelince ısırır,tırmalar. Bunları yapması için senin bir şey yapmana ya da yapmamana da gerek yoktur. Doğasında vardır. 

Ve sen bu deneyimleri yaşaya yaşaya gördüğün her hayvana acaba ne zaman ısıracak diye bakarsın. 
Bir de hayat seni haklı çıkarıyorsa her defasında bir yerden ısırılıyor ya da hırçınlık görüyorsan ' yok ya beni ısırmaz bu, önyargılı olmayayım' demek kusura bakmayın ama salaklık olur. 
İster istemez gardını alırsın ve dersin' ısırmayacaksan gel'.Denersin. Ha bakarsın cidden ısırmamasını gerektirecek çok veri var elinde, inanırsın masum olduğuna, o zaman sevimli bir ilişki başlayabilir.Ama yok gizli gizli salyalarını akıtıyorsa, gözleri sana bakarken kötülük kıvılcımları çakıyorsa ,dili sevimli sesler çıkarsa da' kusura bakma 'dersin.'Beni önce inandırman lazım gerçekten zararsız olduğuna.Bak o zaman nasıl seviyorum seni...'
Güven nedir?
-Kendine, değerlerine inanmaktan kaynaklanan yüreklilik.
- Birine inanma ve bağlanma duygusu, itimattir.
İnsanlar arasındaki ilişkilerde en temel duygu güvendir. Güvendiğimiz insanları severiz, saygı duyarız. Güven varsa en gizli sırlarımızı açabiliriz. Güven duygusuyla her tür işbirliğine açık oluruz. Bu açıdan insanların yemek, içmek gibi fizyolojik ihtiyaçlarıyla beraber hayati önem taşıyan en önemli gereksiniminin güven duygusu olduğunu söyleyebiliriz .Güvenmek içgüdüsel bir duygu olduğu kadar, her kişinin duyduğu ihtiyaçtır. Güven duygusunu yitirdiğiniz noktada yalnızlık başlar. Özellikle saf insan olarak tabir edilen kişiler de kolaylıkla oluşabilen bir duygudur. Bu duygu tensel bir iletişimle başlayabileceği gibi altıncı his, sözcükler ve inanma isteğiyle de oluşabilmektedir. Arandığında bulunamaz, bulunduğunda ise emin olunamayan bir duygudur. Belki de huzurun diğer adıdır. Başkaları için diktiğiniz duvarları bir insan için, onu başkaları statüsünden çıkarıp özel biri haline dönüştürüp onun için teker teker kaldırmanızdır. Sevilene hissedilen sağlam duygudur. İnanmak ve şüphe etmemektir. Karşınızdakine yük yüklemektir. Ne kadar güvenirseniz o kadar yük bindirirsiniz sırtına. O yüzden yükü taşıyabilecek kişilere güvenmek gerekir. İçinizdeki ses sizi yanılttığında yaşanan en ağır hayal kırıklığıdır. Güvenirsiniz, koşul ve ya neden tanımadan.
Güvenmeden yaşanılamayacağı gibi herkese güvenerek yaşamak da tehlikeli ve inciticidir. Tüm duygular da olduğu gibi güvenin tanımı da kişiden kişiye farklılık gösterir. Bence kişi kendisine ne kadar güveniyorsa karşısındakine de en fazla o kadar güvenebilir.
 ‘’Çok ince düşünülmesi gereken bir konudur. Her şeyden önemlisi; karşılıklı olmasıdır. Olay ne kadar doğrudur bilmiyorum ama bir mail dolaşıyor güvenle ilgili internette...
[İngiltere'de yargıçların maaşı yoktur. Onun yerine ihtiyaçları oldukça kullandıkları kredisi sınırsız çek defterleri vardır.
İngiliz devleti hakimlerine o kadar güveniyor yani...
Bir gün hakimin biri bir bankaya gidip 1.000.000 poundluk bir çek bozdurmak istediğini söylemiş. Tabi ortalık birbirine girmiş. Banka yöneticileri en üst makamdan onay almadan bu kadar parayı veremeyecekleri söyleyip hemen içişleri bakanlığı, adalet bakanlığı, başbakanlığa filan telefon etmişler. Ancak aradıkları her yerden gelen cevap aynıymış: ödeyin!
gel gelelim bankada o kadar nakit yokmuş. Hakimden ertesi gün gelmesi rica edilmiş. Ertesi gün para bir bavul içinde hazırmış. Aradan birkaç gün geçmiş. Hakim çıkagelmiş. Parayı bankaya geri vermek istiyormuş. Banka yönetimi şaşırıp kalmış. Hemen adalet bakanlığını aramışlar. Derhal bakanlık müfettişleri devreye girmiş ve hakime hareketinin sebebini sormuşlar. Hakim "kraliçenin hükümeti bize gerçekten bu kadar güveniyor mu? onu sınadım" cevabını vermiş. Raporlar bakanlığa iletilmiş ve aynı gün hakim azledilmiş..
Adalet bakanlığı hakime gönderdiği yazıda gerekçeyi şöyle açıklamış: "kraliçe hükümetinin saygın bir hakimi, devletine güvenmiyor ve onu sınıyorsa, devlet ona asla güvenmez."
- "güven" çok ince bir çizgidir. Onu kalınlaştırarak kırılmasını engelleyen tek şey, "iki taraflı" olmasıdır.]’’

Her zaman güvensizlik göstermek, her zaman güvenmek kadar büyük bir yanlışlıktır. Goethe


8 Ekim 2014 Çarşamba

Günah keçisi



Ben sabırsızlıkla beklerim her ay dolunay zamanlarını çünkü Hayatta beni en mutlu eden şeylerden birisidir saatlerce oturup dolunayı seyretmek hele bir de yanımda sevdiğim insanlar ,Karşımda deniz ve elimde sigara varsa işte benim huzurum..
Ama benim bu kadar sevdiğim dolunaya hep iftira atıyor araştırmacılar 
Neymiş efendim dolunay zamanı insanlar suça meyilli olurmuş ,trafik kazaları ,intiharlar ve cinayetler normal zamanlara göre daha fazla olurmuş.
Ay'ın okyanuslardaki 'gel-git' olayına doğrudan etkisi olduğu ve insan vücudunun çoğunun da su olması sebebiyle bizlerde olumsuz etkileniyormuşuz.
Bundanmış baş ağrılarımız, uykularımızın kaçması ve öfkelerimiz..

Dolunay yüzündenmiş bu kavgalar, bu birbirini kabullenemeyiş, bu ayrımlar, bu savaşlar, ölen çocuklar, masum insanların ölmesini görmezlikten gelişler, anaların gözyaşlarının sebebi dolunaymış!

Meğer benim huzur bulduğum dolunay günah keçisiymiş..